Mart 31, 2015

Kara gözlüm efkarlanma gül gayrı ibibikler öter ötmez ordayım

Bu resmi çok sevdim, ibibiğin hakkını veriyor.
Aldığım yerin bağlantısını verdim ama kimin çektiğini bilmiyorum.
İyi ki çekmiş iyi ki paylaşmış. Teşekkürler :)

Hayatta yapamam dediğim işlerden biri daha, yoksunlukla birleşmiş işsizlik neler yapıyor insana J Elimde dürbün kuşlara falan bakıyorum, bakıyorum bakmasına da yine de ibibiği ilk annem görüyor. Penis ya da klitoris anlamında ya da diğer argo anlamlarından birinde kullanmadım sözcüğü elbette, o yazının konusu tamamen farklı olurdu. Yan anlamlarından birinde de kullanmadım ki zaten “sapının içi boş bir tür ot” tanımını yeni duyduğum için kullanamazdım. Bildiğimiz  “İbibikler öter ötmez ordayım, sütler kaymak tutar tutmaz ordayım” diye zaman tümleci olarak kullanılan ibibik efendim kendileri.

Pek iyi fotoğraflarını çekemedim,
ama insan elindekileri paylaşmalı bence :)

Baştan başlasam daha iyi olacak. Gece öten karatavukları duyup şaşırmam; adının öğrenmek istemem ve sonra gündüz serçe gibi zıplayan turuncu gagalı minyatür sevimli kuzgun benzerlerinin o gece muhteşem öten kuşlar olduğunu fark etmem ile öncesinde annemin balkonda kendileri için aldığı bulgurla beslediği kumruları sayesinde güvercin ile kumruyu ayırt edebilme yeteneğine kavuşmam birleşince…. Yalnız kalan ruhuma bitkilerden sonra yeni yoldaşlar oldu kuşlar ben de röntgenciliğe başlamış oldum yavaş yavaş, yılbaşı hediyesi dürbünümle.

Neyse efendim bir dürbünümü almış annemle çamlığa gitmişken gördük ibibiği peşinde epeyce dolandık, sonra ben yalnız dolandım sonra da kimmiş bu peşinde dolaştığım deyip biraz bakındım etrafa arama motorunda. Evet sevgili o, unuttuysan hatırlatma olsun da gülümse diye yazdığım bu girizgahtan sonra öğrenip aldığım notları sıralayayım ki aklında kalsın J

Çektiğim fotoğrafların en düzgünü,
tepeyi gerginken açıyormuş böyle.
Sanırım burada biraz germişim zavallıyı paparazzi modumla

“Amaaann isimlerin ne önemi var” işe yarar bir birgecelik lafı ya da klişe bir ergen cümlesi olabilir ama gerçek bir tanışıklıkta insana ve tanıdığa bir başlık gerekiyor. Tamam, bu ibibik kardeşle seviyeli bir birliktelik istemiyorum;  ama yine de bir daha görsem bir kere hadi bilemedin iki kere(ilk seferinde gerçek kuş gözlemcisi bir arkadaşım Yalıncak yürüyüşlerimizden biri sırasında göstermişti ama çok uzaktan gösterişli ve etkileyici olduğunu anlayacak kadar görebilmiştim yalnızca) gördüm bana yetti demem biliyorum. Öyle ilişki vs dediğime bakmak yok ha, söz konusu canlı bu kadar gösterişli olunca insanın aklına ilk gelen kur yapma halleri oluyor (ya da fikir zikir vs bilemedim şimdi), ama çok pis kokuyormuş duyduğuma göre ama ben koklamadım okuduğumun yalancısıyım. Haa bir de çiftleşme dönemi sonrası renkleri de soluyormuş hafiften. Neyse oralara gelmedik daha isim öğreniyoruz.

Aman ben de her zamanki gibi dağılma eğilimindeyim. Ne diyorduk isim, ad vs. Bir canlı gösterişli olunca hakkında öykü de bol oluyor isim de. Bizim genelde bildiğimiz “ibibik” baştan beri öyle anlatıyorum zaten.  Ama yine dediklerine göre Osmanlı dönemi halk edebiyatında “ibicek” yaygın bir kullanımmış, yeniçeri çavuşlarının rütbelerinin ibiklerine benzemesi nedeniyle “çavuş kuşu” dendiği de söyleniyor. Çıkardıkları sesten dolayı “hüthüt” de deniyormuş ki bu Arapça adına da benzediği için ilgili öyküyü anımsayıp, “Aaaa,  bu o muymuş?” dedirtiyor insana. Bu arada Arapça “hûdhûd” dedik, Farsça” pûpû”, İngilizce “hoope”, Almanca “wiedehopf”, Fransızca “huppe fasciee” yazıyordu birkaç yerde ama uzun uzun bakınmadım yanlışsa kendini düzelt ya da ekle sevgili o, öğrenmek iyi geliyor insana doğrusunu öğrenmek önemli tabii.  Mesela Türkiye’de her bir köşede başka başka adlarla da çağırılmış ya da hala çağırılıyormuş.

 İşte oraya buraya bakarken benim karşılaştıklarımın sıralı tam listesi: alihoroz(u), baltacı, baltalı kuşu, bayramcak, bûbe, bûbek, bûbû, bubukşo, bûbûye, , büdbüdek, cennet kuşu, çavuş kuşu, dağ horozu, diksileman, dingili Çavuş, dogey, gosgok, gügük, güpbük, harman horozu, hibibik, hibup, hipop, hophop, hophopık, hopop, hübbuk, hübbük, hübübük, hüthüt(hüdhüd), ıbabap, ibibik, ibicek, ibidik, ibik/ibik kuşu, ibikli, ibobop, ibup, ipek kuşu, kel ibik, kızlar çavuşu/çavışı, kokar ibik, kokar meke, kokar yürülük, kûkile, Mürg-i Süleyman, nacaklı, namazkılan, ,opampe ,patlabaş, Pepuk kuşu , pipo, pupi, pupuş, püpe, şâne-ser, takgalı, tarak/darak kuşu, tarakçın/darakcin/darakçin, taraklı/taraklı kuş, ububuk/übübük, yamalkan, yırıbık/yiribik, zıbıt.

Eeee o kadar saydıktan sonra Latince adını söylemeden olmaz diyesim geliyor. Ama sanki muhteşem bir biyoloji ve Latince bilgim varmış gibi havalı olmak için değil valla yalnızca bu bilimsel ad meselesi araştırma yapmaya kalınca ya da daha derin daha kesin kaynaklara ulaşmak isteyince işe yarıyor o yüzden cepte durması iyi bir şey diye düşünüyorum. Bilimsel adı Upopa Epops bu ufaklığın, yaklaşık 30 cm boy,  60-70 gr. Öyle ilişki, gösteriş falan deyince insanın aklına “biscolata erkeği” geliyor ama işte herkesin gösterişi kendine. Tedirgin olduğunda yelpaze gibi açılan tepe tüyleri(sorguç), renkleri(sonbaharda biraz açılıp matlaşıyormuş), dev bir kelebek gibi garip uçuşu, ince gagası falan birleşince “aaa ne güzel kuş” dedirtmezse “aaa ne ilginç kuş” dedirtiyor insana. Sanırım fiziksel dikkat çekiciliği üzerine yüklenen anlamları da arttırmış tarih boyunca bu yüzden de farklı ülkelerin posta pullarında onlarca kez kullanılmış, İsrail’in de ulusal kuşu seçilmiş.

Yine benden, yine iyi değil ama
o uçuşu görmek muhteşemdi,
Sanki yavaş çekimde bir tür gösteri yapar gibi.

Bu etobur kuşumuz eski dünyalı, yazın Avrupa, Asya ve kışın Afrika’da takılıyor, yani tanışmak için coğrafi keşifleri beklemek gerekmemiş biz buralılar için, bahar gelsin yetiyor. Göç ederken topluca hareket etseler de göç zamanı dışında yalnız yaşamayı tercih ediyorlarmış. Yerleşmeleri için ortalıkta yaşlı ağaçlar varsa orman bile aramadıkları oluyormuş.  Orman olursa da ille çam olsun yok yaprağını döksün aman dökmesin gibi ayrımları yokmuş, meyve bahçesi de olur şehir parkı da diye semt seçmedikleri gibi yuvaları için de aman şu çalıyı alayım aman bu çırpıyı kaçırmayayım dertleri de pek yokmuş. Yuvalarını yapmak için aman aman çok uğraşmıyorlarmış yani. Oyuk kovuk buldukları delik yetiyormuş çiftimize ve yavrularına. Aman havuz olsun aman ebeveyn banyosunda jakuzi olsun vs yok kısacası, yazı geçirip çocukları büyütüp gidecekleri yere aman oturma takımı aman bilmem ne halısı alalım diye kasmıyorlar. A tabii etobur deyince, baykuşlar ya da akbabalar gibi değiller, böcek, örümcek, hatta salyangoz, solucan ve küçük kertenkeleleri falan yediği söyleniyor. Okuduklarımı doğru anladıysam dişinin erkeğin ikram ettiği böcek ve kur davranışı karşısında yuvaya girmesi olur bu iş demesi anlamına geliyormuş, yani çeyizini düzen erkek piyasaya çıkıp kendini sunuyor alıcı çıkarsa yemeğini yapıp dişiye beğendiriyor ki dişi gelsin yuvasına yerleşsin. Kuluçka döneminde anne sürekli kuluçkadayken baba yemek getiriyormuş, ama yavrular yumurtadan çıkınca bakım ortakmış. Bu kuşun tek eşli olduğunu söyleyenler var hatta ebeveynlerinin bakımını falan da üstleniyormuş diyorlar ama yalnızca diyor da olabilirler bunun için kuşbilimcilere danışmak lazım o kadarı onların ve çiftimizin bileceği iş (yine de aklımda olsun yeni bir şey öğrenirsem unutmadan buraya yazmalı). Kötü kokma meselesine dönecek olursak, bu yavruları korumak için salgı bezlerinin kullanıldığı bir tür savunma mekanizması anladığım kadarıyla, öyle tüyleri gösterişli hale getirip efelenmek işe yaramazsa diye geliştirilmiş bir tür kimyasal silah. Ama bu kimyasal silahın yanında daha konvansiyonel bir yöntemi pek konvansiyonel olmayan bir malzemeyle başarılı bir şekilde uygulayabiliyorlarmış: dışkılarını 60 cm’ye kadar isabetli atışlar yapabilecek şekilde fırlatma tekniği

Az çok neymiş, ne yaparmış öğrendiğimize göre ne kimlikler yükleyip ne yakıştırmalar yapmışız kendilerine ona da bakalım dimi ya J Önce buralardan başlayayım buralarda baharın müjdeleyicisi ibibikler Afrika’dan buralara geldiklerinde bahar da geldi demek oluyor. Bu gayet anlaşılır ama bundan sonra anlatacaklarım biraz daha mitolojik yakıştırmalar. Önce daha yerelle başlayayım. İşin gerçeği iki versiyonu olan bu ibibik nasıl ibibik oldu öykülerinin iki versiyonununu da pek sevmedim. Efendim ibibiğimiz bu öykülerin ikisinde de orijinalinde çok güzel genç bir gelin olarak anlatılıyor, benim daha az sevdiğim versiyonunda bu güzel kadının tembel ve kötü kokuyor olması kaynanasını üzmenin ötesinde sinir falan da ediyor ki söylenmeyi falan geçip nasıl dua ediyorsa artık gelinimiz ibibiğe dönüşüyor. Diğerindeyse sevgili aynalarla barışık gelinimiz ayna karşısında saçını tarayıp güzelliğine güzellik katarken içeri giren kayınpederine başı açık göründüğü için öyle üzülüyor öyle üzülüyor ki ibibiğe dönüşüyor, tarağı da sorguç olarak kafasında kalıyor. Bu ikinci öykü, sanırım yine bana ibibiği ilk kez gösteren arkadaşımdan, duyduğum tekerleme benzeri bir sözü hatırlattığı için daha çekici geldi. Yine kayınpeder olabilir, aniden içeri biri girince başını örtmek isteyen utangaç bir kadın eteğini kafasına çekmesi üstüne ”bizim gelin bizden kaçar başın örter kıçın açar” deniyordu o öyküde de.
İsrail’in ulusal kuşu seçildiğini söylemiştim ya bizim bahar müjdecisini tanımaya çalışırken Yahudi mitolojisinden anlatılan bir öykü çıktı karşıma.  Kral Şelamo (King Solomon/Süleyman)  yakıcı güneşin altında yolculuk yapmaktayken sıcaktan rahatsız olduğunu fark eden bir ibibik sürüsü gelip başının üstünde ona gölge oluşturur. Bunun üzerine Kral teşekkür eder ve benden ne istersiniz der, ibibikler de her birimizin başına birer altın taç isteriz der. Kral uyarır bunları ve der ki: “Ama bakın başınızda altın taçla dolaşırsanız avcıların ilgisini çekersiniz. Böyle olur da başınıza bela olursa bana haber verin” Eh Kral haklı çıkar önce bir avcı sonra ondan duyan başka insanlar başlarına bela olur ibibiklerin. Onlar da yeniden Kral’a giderler ve altın taçlarını şimdiki tepe tüylerine dönüştürür Kral. İslam’da da ibibik üzerine öyküler var hem Kuran’da hem de İslami dönem edebi eserlerde. Bunlar için bağlantı vermiyorum çünkü basit bir aramayla bu konudan söz eden yığınla sayfa karşısına çıkıyor insanın. Ama Süleyman Peygamber İbibik ilişkisinden söz etmeden ibibik hakkında yazı yazmak eksik yazmak gibi olacak. Kuşların dilini bilen Süleyman Peygamber gibi İslam kaynaklı öykülerde ibibik nam-ı diğer hüdhüd kendi gibi güzel, güzel olduğu kadar da akıllı bir kuş. Bu yüzden bu anlatıları daha çok sevdim. Anlatılanlara göre bizim ibibik Süleyman’ın habercisi, çavuşu değer verdiği bir canlı, başlarda isimlerini sayarken “mürg-i Süleyman” demiştim ya hani. Ama bütün bu payeleri de hak ediyor. Şu akla, şu yeteneklere baksanıza diyerek ilk öyküyü kısaca aktarayım. Bir gün Süleyman Peygamber’e bir melek elinde bir bardak su ile geliyor ve elindeki suyun “ab-ı hayat” olduğunu Süleyman’a içmesi için getirdiğini söylüyor. Malum “Ab-ı Hayat” yaşam suyu, ölümsüzlük iksiri, uzun yaşamın sırrı. Süleyman temkinli yaklaşıyor ve ben içmeden önce bir kuşlar meclisine danışayım bunu diyor. Kuşlar meclisi toplanıyor ve destekliyorlar. İçin ve yüzyıllarca yaşayın diyorlar. Tam meclis dağılırken, toplantı sırasında orada olmayan hüdhüd geliyor ve Süleyman onun da fikrini soruyor. Aaa o da ne diğer kuşların coşkuyla onay verdikleri şeye bizim hüdhüd karşı. Diyor ki, tamam siz asırlarca yaşayacaksınız ama sevdikleriniz, tanıdıklarınız ölüp gidecek onların acısını çekeceksiniz, sonra yeni insanlarla tanışıp yeni insanlar seveceksiniz ve onları da kaybedeceksiniz. Sürekli sevdiklerinizin acısını çekeceğiniz bir ömür geçirmeizi istemem. Bunun üzerine diğer kuşlar da hüdhüde katılıyor ve Süleyman ab-ı hayattan içmiyor. Bunları yazarken aklıma geldi hüdhüd değil de ibibik olarak anlatılsa aynı etkiyi yaratır mı acaba diye. Önce hüdhüd daha etkili bir isimmiş gibi geldi, ibibik ise elki de argo kullanımları yan anlamları vs nedeniyle daha ciddiyetsiz. Hatta kendi kendime kuşlar hüdhüdü ibibik diye tanısa “hadi len ordan ibişşş!” diyip gülüp geçerler miydi diye kafamda kurup eğlendim. Aslında ikisinin de çıkardığı sesin taklidi olduğunu düşününce “ibibik” “hüdhüd”e göre daha güzel geldi. Neyse bunları dününce unutmadan yazayım. Yine bir rivayete göre hüdhüdün suyu, kaynağında, hatta toprağın altında havadan görebilme yeteneği varmış, bu gizli şeyleri görebilme yeteneği ile Süleyman’ın ordusuna kılavuzluk ederken “hüd hüd, orada orada” diye bağırdığı için hüd hüd adını almış. Öyküye göre ibibik bu yerin altında suyu ve kalitesini(kil içinde bulanık ya da kayalardan taşlardan süzülmüş berrak) görebilme yeteneğini Süleyman’a önerip seferlerinde yanında olmak istediğini bildirince karga karşı çıkıyor ve yer üstündeki tuzağı görmeyen yer altındaki suyu nereden görecek yalan söylüyor diyor. Bunun üzerine ibibik diyor ki:  

“Gerçek olan bir marifettir su-araştırma hünerim. Ve gerçektir gene doğruluğu beni tuzağa düşüren şeylere karşı kör olduğum benim. Bir niyet vardır bilgimin ötesinde benim hem körlüğüme hem de gözle görülmeyen şeyleri görmeme neden olan. Karga kabul etmez doğruluğunu bunun.” Mesnevi_İngilizceden çeviren: Vehbi Taşar

Bu anlatılarda hüthüt uzak görüşlü, akıllı sanırım bu nedenle daha çok sevdim. Gerçi son anlattığımda kargaların düşürüldüğü durumu çok sevmedim ama elden gelen bir şey yok öyküyü ben yazmadımJ İbibik yalnızca Mesnevi’de çıkmıyor karşımıza, Ferîdüddîn-i Attâr’ın Mantıku't-Tayr’ında yine pek bilge pek lidermiş hüdhüd. Ne yazık ki okumadım anlatılanları orada burada okuduğumu falan aktarıyorum ama sevgili o umarım artık okumuşsundur ilginç görün mü yok mu Mantıku't-Tayr? Divan şiiri de bol bol uğramış hüthüt demiş, Belkıs demiş, Seba demiş, Süleyman demiş malzeme iyi uğramasalar ayıpmış zaten. Ceyhun Atıf Kansu’da uğramış, Behçet Necatigil de, onlardan yüzlerce yıl önce bu topraklardaki tiyatrolarda “Aristophanes’in “Kuşlar” oyununda yine insanlara bir şeyler aktarmak için yardımcısıymış anlatanın. Aaaa neredeyse ibibik ve baykuşlarla olanı da unutuyordum. Hoş bunda da Athena’nın baykuşlarına haksızlık edilmiş ama öykü güzel. Merak edenler ya da bilenlerden daha çok bilgi edinirim belki ileride ama bu öykü de Şehabettin Suhreverdi ya da daha doğrusu “Shahab al-Din Yahya ibn Habash Suhrawardi”den. Akşam baykuşların yuvasında kalan ibibik sabah yola çıkacaktır. Gece yaşayan baykuşlar şiddetle karşı çıkar ve sabah yola çıkılır mı derler hüdhüdümüze, “sabah güneş gökyüzündeyken her yer kararır nasıl yola çıkarsın olmaz” derler. Garibim ibibik de derki “yanılıyorsunuz herkes sizin gibi değil sizin görememe nedeniniz olarak gördüğünüz güneş ışığın kaynağıdır. Birçoğumuz onun varlığında daha rahat görürüz o nedenle sabah yola çıkarız” Ama bu baykuşları daha çok kızdırıyor karanlık günü aydınlık ilan ettiği, görmeyi engelleyen güneş ile onun ve birçoklarının gününün aydınlandığı iddiasından vazgeçmezse onu öldüreceklerini söylüyorlar ve saldırıyorlar. Bunun üzerine gözlerine gelen gaga darbeleriyle kör olduğunu iddia ederek hüdhüd aman diliyor, ben de sizin gibiyim artık deyince bırakıyorlar ve öldürmüyorlar doğru söyleyen garibimi.

"Defalarca anlatayım dedim
Zamanların içinde ne sır varsa
Ama kılıç ve arkadan gelecek darbe korkusundan
Dilimin üstünde binlerce çivi var"

Ne yazık ki yazanın sufi kimliğiyle İslami bir motivasyonla yazmış olması ve sembolizmi bu öyküyü paylaşanların yorumlayışlarını da genellikle dini propaganda yönüne çekiyor. Daha ayrıntılı okumak isteyenler web’de bulabilirler. Ama kendi gibi düşünmediği için insanları yakan; kendi gibi ibadet etmediği için komşularını katleden; boğmak, kesmek, yakmak, yıkmak gibi eylemlerle aralarında mesafe olmayan; kendi gibi giyinmeyeni aşağılık ilan eden insanların varlığı gölgeliyor öykünün daha geniş senin gibi olmayanların varlığını kabul etmeli, yalnızca kendi gerçekliğini dayatmamalısın mesajını. Yalnızca kendisine karşı çıkıldığında bunu eziyet gören ama kendi dışındakilere her türlü kötü muameleye sessiz kalan hatta ortak olan insanların yarattığı kocaman bir uçurum var ne yazık ki. Burada anlatılanların kendileri için de geçerli olduğunu görmeleri için ne yapmak gerekir bilememek beni mesafeli kılıyor belki ya da hep bir bahanelerinin olması hep kendilerine ağlamaları. Sanırım bu nedenle her ne kadar öyküyü çok sevsem de Şehabettin Suhreverdi henüz okumalı dediklerim arasında değil, belki bir gün J. O zamana kadar bu öykü kulağımdaki küpeler arasında kalsın da sırf benim gibi olmadığı için birine eziyet etmeyeyim

Sıtkı Erdoğan’ın şiirinden bestelenmiş bir şarkı dışında hakkında pek de bir şey bilmediğim küçücük ibibiğin buraların hakim kültürüne katkısına muhtemelen ucundan azıcık bakındık. Bu kısacık arama, tarama, bulma ve okuma sürecinde karşıma çıkan büyüler batıl inançlar vs gibi konulara girmedim. Aslında Avusturya’dan Araplara kadar farklı farklı birçok kültürde büyülü gözüyle bakılıyormuş bazı organlarının sağaltıcı etkisi olduğu düşünülüyormuş bu ufaklığa. İş Ama gel gör ki içim elvermedi, şurasını yersen bu olur yok tüyünü bilmem ne yaparsan bu olur yazık garibime zarar hep. Neyse yine de büyü söz konusu olduğunda garibim eşekler ve dilleri, domuzlar ve yağları yalnız değilmiş bunu öğrenmiş oldum arada.  Eee büyü konusuna girmeyince rüya yorumlarına da girmedim ki bence bir kültürün bir objeye/konuya/eyleme ne gözle baktığının en iyi göstergelerinden biri rüya, fal yorumları vs. Ama ne yapalım, insan arada kendine sınırlar koyuyor böyle.

Bizim buralar konusunu ibibikle ilgili ilk neymiş kimmiş bu ibibik okuması sırasında karşıma çıkan inanışı söylemeyi unutuyordum neredeyse. Başlarda söz etmiştim ya, ibibiklerin yaşlanan ebeveynlerine baktığı düşünülüyormuş diye tepelerindeki tacın da bu ebeveynlerine olan bakım ve hürmetkarlıklarının karşılığı bir hediye olduğuna da inanılıyormuş.

İbibiğin yaşlanan ebeveynini beslediği fikri yalnızca buralarda değil zaman zaman eski Roma ve Yunanlılarca da paylaşılmış. Hatta Mısır’da da, eski Mısır’da hiyerogliflerde minnettarlık sembolü olarak kullanılmış.Eski Mısır’da ve eski Minoan döneminde Girit’te bu kuşların resimleri tapınaklar, mezarlar gibi kutsal yerlerin duvarlarını süslermiş. Pers uygarlığında erdemlilik ve doğruluk sembolü olduğunu daha önceki öyküde fark etmiştik zaten, İsrail’lilerin bu kuşu ulusal sembolleri olarak seçtiğini de söylemiştim. Ama söylemeyi atladığım bir şey var, Yahudiler için koşer sayılmadığı. Aynı şekilde İslam ve Hristiyanlık da yenmesi engellemiş böylece bir şekilde avcılardan korunmuş sayılılabilir. Acaba Süleyman yalnızca altın tacı tüy sorguca dönüştürmekle kalmayıp, avcıları uzak tutmak için başka önlemler de mi aldı acaba?

Şimdiye kadar söz ettiğim kültürler pek bir övmüş pek br takdir etmiş olsa da ibibiği, her yerde aynı derecede beğenilmiyormuş. Mesela İskandinavlar ibibiği yaklaşmakta olan bir savaşın işaretçisi olarak görürlermiş.(Benim aklıma göçebe kültürden gelen bizler için bahar kuşu leyleği havada görmek yol habercisidir inanışını getirdi ama tartışmayacağım her yaz savaşmıyorlardır herhalde). Estonyalılar içinse insanların ya da besledikleri hayvanların ölümü için haberci sayılırmış ibibiğin ötüşü. Benzer şekilde bir Yunan mitinde ölümün sembolüdür. Fransızlar ise biraz saf salak bulurlarmış ibibiği, rengarenk bir soytarıyı andıran görünüşü kötü kokan yuvası ve yavruları korumak için fırlatılan dışkılar düşünülünce çok da uzak bir düşünce gibi değil ama yine de hayvanlara olumsuz özellikler yüklenmesini sevmiyorum. Bu arada Bir Doğu Avrupa anlatısına göre de tanrı ibibiği yarattıktan sonra ve ona kuşların sevebileceği bütün yemlerden sunmuş ama o hepsini reddedince onu sonsuza kadar diğer kuşların dışkısını yemekle cezalandırmış. Avrupa’nın büyük bölümünde hırsız olarak görülüyorlarmış.


Şimdilik bu kadar aklıma yeni bir şey gelir ya da yeni bir şey öğrenirsem eklemek üzere.


1 yorum:

helloiamnil dedi ki...

Merhaba yazı çok uzundu hepsini okuyamadım ama çok eğlenceli yazmışsınız ibibik ile ilgili güzel şeyler öğrendim teşekkürler:)