Bu resmi çok sevdim, ibibiğin hakkını veriyor. Aldığım yerin bağlantısını verdim ama kimin çektiğini bilmiyorum. İyi ki çekmiş iyi ki paylaşmış. Teşekkürler :) |
Hayatta yapamam dediğim işlerden
biri daha, yoksunlukla birleşmiş işsizlik neler yapıyor insana J Elimde dürbün kuşlara
falan bakıyorum, bakıyorum bakmasına da yine de ibibiği ilk annem görüyor. Penis
ya da klitoris anlamında ya da diğer argo anlamlarından birinde kullanmadım
sözcüğü elbette, o yazının konusu tamamen farklı olurdu. Yan anlamlarından birinde
de kullanmadım ki zaten “sapının içi boş bir tür ot” tanımını yeni duyduğum
için kullanamazdım. Bildiğimiz “İbibikler
öter ötmez ordayım, sütler kaymak tutar tutmaz ordayım” diye zaman tümleci
olarak kullanılan ibibik efendim kendileri.
Pek iyi fotoğraflarını çekemedim, ama insan elindekileri paylaşmalı bence :) |
Baştan başlasam daha iyi olacak.
Gece öten karatavukları duyup şaşırmam; adının öğrenmek istemem ve sonra gündüz
serçe gibi zıplayan turuncu gagalı minyatür sevimli kuzgun benzerlerinin o gece
muhteşem öten kuşlar olduğunu fark etmem ile öncesinde annemin balkonda kendileri
için aldığı bulgurla beslediği kumruları sayesinde güvercin ile kumruyu ayırt
edebilme yeteneğine kavuşmam birleşince…. Yalnız kalan ruhuma bitkilerden sonra
yeni yoldaşlar oldu kuşlar ben de röntgenciliğe başlamış oldum yavaş yavaş,
yılbaşı hediyesi dürbünümle.
Neyse efendim bir dürbünümü almış
annemle çamlığa gitmişken gördük ibibiği peşinde epeyce dolandık, sonra ben
yalnız dolandım sonra da kimmiş bu peşinde dolaştığım deyip biraz bakındım
etrafa arama motorunda. Evet sevgili o, unuttuysan hatırlatma olsun da gülümse
diye yazdığım bu girizgahtan sonra öğrenip aldığım notları sıralayayım ki
aklında kalsın J
Çektiğim fotoğrafların en düzgünü, tepeyi gerginken açıyormuş böyle. Sanırım burada biraz germişim zavallıyı paparazzi modumla |
“Amaaann isimlerin ne önemi var”
işe yarar bir birgecelik lafı ya da klişe bir ergen cümlesi olabilir ama gerçek
bir tanışıklıkta insana ve tanıdığa bir başlık gerekiyor. Tamam, bu ibibik
kardeşle seviyeli bir birliktelik istemiyorum; ama yine de bir daha görsem bir kere hadi
bilemedin iki kere(ilk seferinde gerçek kuş gözlemcisi bir arkadaşım Yalıncak
yürüyüşlerimizden biri sırasında göstermişti ama çok uzaktan gösterişli ve
etkileyici olduğunu anlayacak kadar görebilmiştim yalnızca) gördüm bana yetti
demem biliyorum. Öyle ilişki vs dediğime bakmak yok ha, söz konusu canlı bu
kadar gösterişli olunca insanın aklına ilk gelen kur yapma halleri oluyor (ya
da fikir zikir vs bilemedim şimdi), ama çok pis kokuyormuş duyduğuma göre ama
ben koklamadım okuduğumun yalancısıyım. Haa bir de çiftleşme dönemi sonrası
renkleri de soluyormuş hafiften. Neyse oralara gelmedik daha isim öğreniyoruz.
Aman ben de her zamanki gibi
dağılma eğilimindeyim. Ne diyorduk isim, ad vs. Bir canlı gösterişli olunca
hakkında öykü de bol oluyor isim de. Bizim genelde bildiğimiz “ibibik” baştan
beri öyle anlatıyorum zaten. Ama yine
dediklerine göre Osmanlı dönemi halk edebiyatında “ibicek” yaygın bir
kullanımmış, yeniçeri çavuşlarının rütbelerinin ibiklerine benzemesi nedeniyle
“çavuş kuşu” dendiği de söyleniyor. Çıkardıkları sesten dolayı “hüthüt” de
deniyormuş ki bu Arapça adına da benzediği için ilgili öyküyü anımsayıp, “Aaaa, bu o muymuş?” dedirtiyor insana. Bu arada
Arapça “hûdhûd” dedik, Farsça” pûpû”, İngilizce “hoope”, Almanca “wiedehopf”,
Fransızca “huppe fasciee” yazıyordu birkaç yerde ama uzun uzun bakınmadım
yanlışsa kendini düzelt ya da ekle sevgili o, öğrenmek iyi geliyor insana
doğrusunu öğrenmek önemli tabii. Mesela
Türkiye’de her bir köşede başka başka adlarla da çağırılmış ya da hala
çağırılıyormuş.
İşte oraya buraya bakarken benim
karşılaştıklarımın sıralı tam listesi: alihoroz(u), baltacı, baltalı kuşu,
bayramcak, bûbe, bûbek, bûbû, bubukşo, bûbûye, , büdbüdek, cennet kuşu, çavuş
kuşu, dağ horozu, diksileman, dingili Çavuş, dogey, gosgok, gügük, güpbük,
harman horozu, hibibik, hibup, hipop, hophop, hophopık, hopop, hübbuk, hübbük,
hübübük, hüthüt(hüdhüd), ıbabap, ibibik, ibicek, ibidik, ibik/ibik kuşu,
ibikli, ibobop, ibup, ipek kuşu, kel ibik, kızlar çavuşu/çavışı, kokar ibik,
kokar meke, kokar yürülük, kûkile, Mürg-i Süleyman, nacaklı, namazkılan, ,opampe
,patlabaş, Pepuk kuşu , pipo, pupi, pupuş, püpe, şâne-ser, takgalı, tarak/darak
kuşu, tarakçın/darakcin/darakçin, taraklı/taraklı kuş, ububuk/übübük, yamalkan,
yırıbık/yiribik, zıbıt.
Eeee o kadar saydıktan sonra
Latince adını söylemeden olmaz diyesim geliyor. Ama sanki muhteşem bir biyoloji
ve Latince bilgim varmış gibi havalı olmak için değil valla yalnızca bu
bilimsel ad meselesi araştırma yapmaya kalınca ya da daha derin daha kesin
kaynaklara ulaşmak isteyince işe yarıyor o yüzden cepte durması iyi bir şey
diye düşünüyorum. Bilimsel adı Upopa Epops bu ufaklığın, yaklaşık 30 cm
boy, 60-70 gr. Öyle ilişki, gösteriş
falan deyince insanın aklına “biscolata erkeği” geliyor ama işte herkesin
gösterişi kendine. Tedirgin olduğunda yelpaze gibi açılan tepe tüyleri(sorguç),
renkleri(sonbaharda biraz açılıp matlaşıyormuş), dev bir kelebek gibi garip
uçuşu, ince gagası falan birleşince “aaa ne güzel kuş” dedirtmezse “aaa ne
ilginç kuş” dedirtiyor insana. Sanırım fiziksel dikkat çekiciliği üzerine
yüklenen anlamları da arttırmış tarih boyunca bu yüzden de farklı ülkelerin
posta pullarında onlarca kez kullanılmış, İsrail’in de ulusal kuşu seçilmiş.
Yine benden, yine iyi değil ama o uçuşu görmek muhteşemdi, Sanki yavaş çekimde bir tür gösteri yapar gibi. |
Bu etobur kuşumuz eski dünyalı, yazın
Avrupa, Asya ve kışın Afrika’da takılıyor, yani tanışmak için coğrafi keşifleri
beklemek gerekmemiş biz buralılar için, bahar gelsin yetiyor. Göç ederken
topluca hareket etseler de göç zamanı dışında yalnız yaşamayı tercih
ediyorlarmış. Yerleşmeleri için ortalıkta yaşlı ağaçlar varsa orman bile
aramadıkları oluyormuş. Orman olursa da
ille çam olsun yok yaprağını döksün aman dökmesin gibi ayrımları yokmuş, meyve
bahçesi de olur şehir parkı da diye semt seçmedikleri gibi yuvaları için de
aman şu çalıyı alayım aman bu çırpıyı kaçırmayayım dertleri de pek yokmuş. Yuvalarını
yapmak için aman aman çok uğraşmıyorlarmış yani. Oyuk kovuk buldukları delik
yetiyormuş çiftimize ve yavrularına. Aman havuz olsun aman ebeveyn banyosunda
jakuzi olsun vs yok kısacası, yazı geçirip çocukları büyütüp gidecekleri yere
aman oturma takımı aman bilmem ne halısı alalım diye kasmıyorlar. A tabii etobur
deyince, baykuşlar ya da akbabalar gibi değiller, böcek, örümcek, hatta
salyangoz, solucan ve küçük kertenkeleleri falan yediği söyleniyor. Okuduklarımı
doğru anladıysam dişinin erkeğin ikram ettiği böcek ve kur davranışı karşısında
yuvaya girmesi olur bu iş demesi anlamına geliyormuş, yani çeyizini düzen erkek
piyasaya çıkıp kendini sunuyor alıcı çıkarsa yemeğini yapıp dişiye beğendiriyor
ki dişi gelsin yuvasına yerleşsin. Kuluçka döneminde anne sürekli kuluçkadayken
baba yemek getiriyormuş, ama yavrular yumurtadan çıkınca bakım ortakmış. Bu
kuşun tek eşli olduğunu söyleyenler var hatta ebeveynlerinin bakımını falan da
üstleniyormuş diyorlar ama yalnızca diyor da olabilirler bunun için
kuşbilimcilere danışmak lazım o kadarı onların ve çiftimizin bileceği iş (yine
de aklımda olsun yeni bir şey öğrenirsem unutmadan buraya yazmalı). Kötü kokma
meselesine dönecek olursak, bu yavruları korumak için salgı bezlerinin kullanıldığı
bir tür savunma mekanizması anladığım kadarıyla, öyle tüyleri gösterişli hale
getirip efelenmek işe yaramazsa diye geliştirilmiş bir tür kimyasal silah. Ama
bu kimyasal silahın yanında daha konvansiyonel bir yöntemi pek konvansiyonel
olmayan bir malzemeyle başarılı bir şekilde uygulayabiliyorlarmış: dışkılarını
60 cm’ye kadar isabetli atışlar yapabilecek şekilde fırlatma tekniği
Az çok neymiş, ne yaparmış öğrendiğimize
göre ne kimlikler yükleyip ne yakıştırmalar yapmışız kendilerine ona da bakalım
dimi ya J
Önce buralardan başlayayım buralarda baharın müjdeleyicisi ibibikler Afrika’dan
buralara geldiklerinde bahar da geldi demek oluyor. Bu gayet anlaşılır ama
bundan sonra anlatacaklarım biraz daha mitolojik yakıştırmalar. Önce daha
yerelle başlayayım. İşin gerçeği iki versiyonu olan bu ibibik nasıl ibibik oldu öykülerinin iki
versiyonununu da pek sevmedim. Efendim ibibiğimiz bu öykülerin ikisinde de orijinalinde
çok güzel genç bir gelin olarak anlatılıyor, benim daha az sevdiğim
versiyonunda bu güzel kadının tembel ve kötü kokuyor olması kaynanasını üzmenin
ötesinde sinir falan da ediyor ki söylenmeyi falan geçip nasıl dua ediyorsa
artık gelinimiz ibibiğe dönüşüyor. Diğerindeyse sevgili aynalarla barışık
gelinimiz ayna karşısında saçını tarayıp güzelliğine güzellik katarken içeri
giren kayınpederine başı açık göründüğü için öyle üzülüyor öyle üzülüyor ki
ibibiğe dönüşüyor, tarağı da sorguç olarak kafasında kalıyor. Bu ikinci öykü,
sanırım yine bana ibibiği ilk kez gösteren arkadaşımdan, duyduğum tekerleme
benzeri bir sözü hatırlattığı için daha çekici geldi. Yine kayınpeder olabilir,
aniden içeri biri girince başını örtmek isteyen utangaç bir kadın eteğini
kafasına çekmesi üstüne ”bizim gelin bizden kaçar başın örter kıçın açar”
deniyordu o öyküde de.
İsrail’in ulusal kuşu seçildiğini söylemiştim ya bizim
bahar müjdecisini tanımaya çalışırken Yahudi mitolojisinden anlatılan bir öykü
çıktı karşıma. Kral Şelamo (King Solomon/Süleyman) yakıcı güneşin altında yolculuk yapmaktayken
sıcaktan rahatsız olduğunu fark eden bir ibibik sürüsü gelip başının üstünde
ona gölge oluşturur. Bunun üzerine Kral teşekkür eder ve benden ne istersiniz
der, ibibikler de her birimizin başına birer altın taç isteriz der. Kral uyarır
bunları ve der ki: “Ama bakın başınızda altın taçla dolaşırsanız avcıların
ilgisini çekersiniz. Böyle olur da başınıza bela olursa bana haber verin” Eh
Kral haklı çıkar önce bir avcı sonra ondan duyan başka insanlar başlarına bela
olur ibibiklerin. Onlar da yeniden Kral’a giderler ve altın taçlarını şimdiki
tepe tüylerine dönüştürür Kral. İslam’da da ibibik üzerine öyküler var hem Kuran’da
hem de İslami dönem edebi eserlerde. Bunlar için bağlantı vermiyorum çünkü
basit bir aramayla bu konudan söz eden yığınla sayfa karşısına çıkıyor insanın.
Ama Süleyman Peygamber İbibik ilişkisinden söz etmeden ibibik hakkında yazı
yazmak eksik yazmak gibi olacak. Kuşların dilini bilen Süleyman Peygamber gibi
İslam kaynaklı öykülerde ibibik nam-ı diğer hüdhüd kendi gibi güzel, güzel
olduğu kadar da akıllı bir kuş. Bu yüzden bu anlatıları daha çok sevdim.
Anlatılanlara göre bizim ibibik Süleyman’ın habercisi, çavuşu değer verdiği bir
canlı, başlarda isimlerini sayarken “mürg-i Süleyman” demiştim ya hani. Ama bütün
bu payeleri de hak ediyor. Şu akla, şu yeteneklere baksanıza diyerek ilk öyküyü
kısaca aktarayım. Bir gün Süleyman Peygamber’e bir melek elinde bir bardak su
ile geliyor ve elindeki suyun “ab-ı hayat” olduğunu Süleyman’a içmesi için
getirdiğini söylüyor. Malum “Ab-ı Hayat” yaşam suyu, ölümsüzlük iksiri, uzun
yaşamın sırrı. Süleyman temkinli yaklaşıyor ve ben içmeden önce bir kuşlar
meclisine danışayım bunu diyor. Kuşlar meclisi toplanıyor ve destekliyorlar.
İçin ve yüzyıllarca yaşayın diyorlar. Tam meclis dağılırken, toplantı sırasında
orada olmayan hüdhüd geliyor ve Süleyman onun da fikrini soruyor. Aaa o da ne
diğer kuşların coşkuyla onay verdikleri şeye bizim hüdhüd karşı. Diyor ki,
tamam siz asırlarca yaşayacaksınız ama sevdikleriniz, tanıdıklarınız ölüp gidecek
onların acısını çekeceksiniz, sonra yeni insanlarla tanışıp yeni insanlar
seveceksiniz ve onları da kaybedeceksiniz. Sürekli sevdiklerinizin acısını
çekeceğiniz bir ömür geçirmeizi istemem. Bunun üzerine diğer kuşlar da hüdhüde
katılıyor ve Süleyman ab-ı hayattan içmiyor. Bunları yazarken aklıma geldi
hüdhüd değil de ibibik olarak anlatılsa aynı etkiyi yaratır mı acaba diye. Önce
hüdhüd daha etkili bir isimmiş gibi geldi, ibibik ise elki de argo kullanımları
yan anlamları vs nedeniyle daha ciddiyetsiz. Hatta kendi kendime kuşlar hüdhüdü
ibibik diye tanısa “hadi len ordan ibişşş!” diyip gülüp geçerler miydi diye
kafamda kurup eğlendim. Aslında ikisinin de çıkardığı sesin taklidi olduğunu düşününce
“ibibik” “hüdhüd”e göre daha güzel geldi. Neyse bunları dününce unutmadan
yazayım. Yine bir rivayete göre hüdhüdün suyu, kaynağında, hatta toprağın
altında havadan görebilme yeteneği varmış, bu gizli şeyleri görebilme yeteneği
ile Süleyman’ın ordusuna kılavuzluk ederken “hüd hüd, orada orada” diye
bağırdığı için hüd hüd adını almış. Öyküye göre ibibik bu
yerin altında suyu ve kalitesini(kil içinde bulanık ya da kayalardan taşlardan
süzülmüş berrak) görebilme yeteneğini Süleyman’a önerip seferlerinde yanında
olmak istediğini bildirince karga karşı çıkıyor ve yer üstündeki tuzağı
görmeyen yer altındaki suyu nereden görecek yalan söylüyor diyor. Bunun üzerine
ibibik diyor ki:
“Gerçek olan bir marifettir su-araştırma hünerim.
Ve gerçektir gene doğruluğu beni tuzağa düşüren şeylere karşı kör olduğum
benim. Bir niyet vardır bilgimin ötesinde benim hem körlüğüme hem de gözle
görülmeyen şeyleri görmeme neden olan. Karga kabul etmez doğruluğunu bunun.”
Mesnevi_İngilizceden çeviren: Vehbi Taşar
Bu anlatılarda hüthüt uzak
görüşlü, akıllı sanırım bu nedenle daha çok sevdim. Gerçi son anlattığımda
kargaların düşürüldüğü durumu çok sevmedim ama elden gelen bir şey yok öyküyü
ben yazmadımJ
İbibik yalnızca Mesnevi’de çıkmıyor karşımıza, Ferîdüddîn-i Attâr’ın Mantıku't-Tayr’ında
yine pek bilge pek lidermiş hüdhüd. Ne yazık ki okumadım anlatılanları orada
burada okuduğumu falan aktarıyorum ama sevgili o umarım artık okumuşsundur
ilginç görün mü yok mu Mantıku't-Tayr? Divan şiiri de bol bol uğramış hüthüt
demiş, Belkıs demiş, Seba demiş, Süleyman demiş malzeme iyi uğramasalar ayıpmış
zaten. Ceyhun Atıf Kansu’da uğramış, Behçet Necatigil de, onlardan yüzlerce yıl
önce bu topraklardaki tiyatrolarda “Aristophanes’in “Kuşlar” oyununda yine
insanlara bir şeyler aktarmak için yardımcısıymış anlatanın. Aaaa neredeyse
ibibik ve baykuşlarla olanı da unutuyordum. Hoş bunda da Athena’nın
baykuşlarına haksızlık edilmiş ama öykü güzel. Merak edenler ya da bilenlerden
daha çok bilgi edinirim belki ileride ama bu öykü de Şehabettin Suhreverdi ya
da daha doğrusu “Shahab al-Din Yahya ibn Habash Suhrawardi”den. Akşam
baykuşların yuvasında kalan ibibik sabah yola çıkacaktır. Gece yaşayan
baykuşlar şiddetle karşı çıkar ve sabah yola çıkılır mı derler hüdhüdümüze,
“sabah güneş gökyüzündeyken her yer kararır nasıl yola çıkarsın olmaz” derler.
Garibim ibibik de derki “yanılıyorsunuz herkes sizin gibi değil sizin görememe
nedeniniz olarak gördüğünüz güneş ışığın kaynağıdır. Birçoğumuz onun varlığında
daha rahat görürüz o nedenle sabah yola çıkarız” Ama bu baykuşları daha çok
kızdırıyor karanlık günü aydınlık ilan ettiği, görmeyi engelleyen güneş ile
onun ve birçoklarının gününün aydınlandığı iddiasından vazgeçmezse onu
öldüreceklerini söylüyorlar ve saldırıyorlar. Bunun üzerine gözlerine gelen
gaga darbeleriyle kör olduğunu iddia ederek hüdhüd aman diliyor, ben de sizin
gibiyim artık deyince bırakıyorlar ve öldürmüyorlar doğru söyleyen garibimi.
"Defalarca
anlatayım dedim
Zamanların içinde ne
sır varsa
Ama kılıç ve arkadan
gelecek darbe korkusundan
Dilimin üstünde
binlerce çivi var"
Ne yazık ki yazanın sufi
kimliğiyle İslami bir motivasyonla yazmış olması ve sembolizmi bu öyküyü
paylaşanların yorumlayışlarını da genellikle dini propaganda yönüne çekiyor.
Daha ayrıntılı okumak isteyenler web’de bulabilirler. Ama kendi gibi
düşünmediği için insanları yakan; kendi gibi ibadet etmediği için komşularını
katleden; boğmak, kesmek, yakmak, yıkmak gibi eylemlerle aralarında mesafe
olmayan; kendi gibi giyinmeyeni aşağılık ilan eden insanların varlığı
gölgeliyor öykünün daha geniş senin gibi olmayanların varlığını kabul etmeli,
yalnızca kendi gerçekliğini dayatmamalısın mesajını. Yalnızca kendisine karşı
çıkıldığında bunu eziyet gören ama kendi dışındakilere her türlü kötü muameleye
sessiz kalan hatta ortak olan insanların yarattığı kocaman bir uçurum var ne
yazık ki. Burada anlatılanların kendileri için de geçerli olduğunu görmeleri
için ne yapmak gerekir bilememek beni mesafeli kılıyor belki ya da hep bir
bahanelerinin olması hep kendilerine ağlamaları. Sanırım bu nedenle her ne
kadar öyküyü çok sevsem de Şehabettin Suhreverdi henüz okumalı dediklerim
arasında değil, belki bir gün J.
O zamana kadar bu öykü kulağımdaki küpeler arasında kalsın da sırf benim gibi
olmadığı için birine eziyet etmeyeyim
Sıtkı Erdoğan’ın şiirinden
bestelenmiş bir şarkı dışında hakkında pek de bir şey bilmediğim küçücük
ibibiğin buraların hakim kültürüne katkısına muhtemelen ucundan azıcık
bakındık. Bu kısacık arama, tarama, bulma ve okuma sürecinde karşıma çıkan
büyüler batıl inançlar vs gibi konulara girmedim. Aslında Avusturya’dan
Araplara kadar farklı farklı birçok kültürde büyülü gözüyle bakılıyormuş bazı
organlarının sağaltıcı etkisi olduğu düşünülüyormuş bu ufaklığa. İş Ama gel gör
ki içim elvermedi, şurasını yersen bu olur yok tüyünü bilmem ne yaparsan bu
olur yazık garibime zarar hep. Neyse yine de büyü söz konusu olduğunda garibim
eşekler ve dilleri, domuzlar ve yağları yalnız değilmiş bunu öğrenmiş oldum
arada. Eee büyü konusuna girmeyince rüya
yorumlarına da girmedim ki bence bir kültürün bir objeye/konuya/eyleme ne gözle
baktığının en iyi göstergelerinden biri rüya, fal yorumları vs. Ama ne yapalım,
insan arada kendine sınırlar koyuyor böyle.
Bizim buralar
konusunu ibibikle ilgili ilk neymiş kimmiş bu ibibik okuması sırasında karşıma
çıkan inanışı söylemeyi unutuyordum neredeyse. Başlarda söz etmiştim ya,
ibibiklerin yaşlanan ebeveynlerine baktığı düşünülüyormuş diye tepelerindeki
tacın da bu ebeveynlerine olan bakım ve hürmetkarlıklarının karşılığı bir
hediye olduğuna da inanılıyormuş.
İbibiğin yaşlanan
ebeveynini beslediği fikri yalnızca buralarda değil zaman zaman eski Roma ve
Yunanlılarca da paylaşılmış. Hatta Mısır’da da, eski Mısır’da hiyerogliflerde
minnettarlık sembolü olarak kullanılmış.Eski Mısır’da ve eski Minoan döneminde Girit’te
bu kuşların resimleri tapınaklar, mezarlar gibi kutsal yerlerin duvarlarını
süslermiş. Pers uygarlığında erdemlilik ve doğruluk sembolü olduğunu daha
önceki öyküde fark etmiştik zaten, İsrail’lilerin bu kuşu ulusal sembolleri
olarak seçtiğini de söylemiştim. Ama söylemeyi atladığım bir şey var, Yahudiler
için koşer sayılmadığı. Aynı şekilde İslam ve Hristiyanlık da yenmesi engellemiş
böylece bir şekilde avcılardan korunmuş sayılılabilir. Acaba Süleyman yalnızca
altın tacı tüy sorguca dönüştürmekle kalmayıp, avcıları uzak tutmak için başka
önlemler de mi aldı acaba?
Şimdiye kadar söz
ettiğim kültürler pek bir övmüş pek br takdir etmiş olsa da ibibiği, her yerde
aynı derecede beğenilmiyormuş. Mesela İskandinavlar ibibiği yaklaşmakta olan
bir savaşın işaretçisi olarak görürlermiş.(Benim aklıma göçebe kültürden gelen
bizler için bahar kuşu leyleği havada görmek yol habercisidir inanışını getirdi
ama tartışmayacağım her yaz savaşmıyorlardır herhalde). Estonyalılar içinse
insanların ya da besledikleri hayvanların ölümü için haberci sayılırmış
ibibiğin ötüşü. Benzer şekilde bir Yunan mitinde ölümün sembolüdür. Fransızlar
ise biraz saf salak bulurlarmış ibibiği, rengarenk bir soytarıyı andıran
görünüşü kötü kokan yuvası ve yavruları korumak için fırlatılan dışkılar
düşünülünce çok da uzak bir düşünce gibi değil ama yine de hayvanlara olumsuz
özellikler yüklenmesini sevmiyorum. Bu arada Bir Doğu Avrupa anlatısına göre de
tanrı ibibiği yarattıktan sonra ve ona kuşların sevebileceği bütün yemlerden
sunmuş ama o hepsini reddedince onu sonsuza kadar diğer kuşların dışkısını
yemekle cezalandırmış. Avrupa’nın büyük bölümünde hırsız olarak görülüyorlarmış.
Şimdilik bu kadar
aklıma yeni bir şey gelir ya da yeni bir şey öğrenirsem eklemek üzere.